Post from category:
Suistimallere Karşı Sıfır Tolerans –Bölüm 2
Tanıştırayım, Yakın Arkadaşım “Suistimalci”…
Yazımın başlığı ile amacım sizi çalışma arkadaşlarınıza ilişkin şüpheci yapmak değil. Ancak karşılaştığımız bir çok vakada mağdur şirketin çalışanlarının suistimalci için “O çok iyi bir arkadaşımızdı” veya “Çok iyi bir yöneticiydi, herkes ona saygı duyardı” dediğini hatırlıyorum. Bu yazımda sizlere bu “arkadaşın” profilini ACFE’nin 2016 raporundan faydalanarak anlatmaya çalışacağım.
– Suistimalcinin şirketteki pozisyonu ile suistimalin boyutu arasında güçlü bir korelasyon var. Suistimallerin sadece %19’u üst düzey yöneticiler tarafından yapılmasına rağmen, en yüksek ortalama zarar 703,000 ABD Doları ile bu gruba ait. Örneğin; suistimallerin %41’i müdür altında çalışan personel tarafından yapılırken, vaka başına ortalama zarar sadece 65,000 ABD Doları.
– Suistimalci ne kadar uzun bir şirkette çalışırsa, oluşan zarar o kadar yüksek oluyor.
– Suistimallere bazı departmanlarda daha sık karşılaşılıyor. Örneğin yolsuzluk (çıkar çatışmaları veya rüşvet) hemen hemen tüm departmanlarda vakaların %35’inde görülürken, bu oran üst düzey yöneticilerde %50, satın alma departmanında ise yaklaşık %70 olarak gerçekleşiyor. Diğer göze çarpan bir bulgu ise, mali tablo suistimallerinin yine sıklıkla üst düzey yöneticiler tarafından yapıldığı.
– Suistimallerin %69’unu erkekler, %31’i kadınlar yapıyor.
– Suistimalcilerin %55’inin yaş bandı 31 ile 45 yaş arasında değişiyor. Enteresan olan bulgu; suistimalcinin yaşı arttıkça oluşan ortalama zararın da artması. İncelenen suistimal vakalarının %2.5’unu 60 yaş üstü kişiler tarafından gerçekleştirirken, her bir vakadaki ortalama zarar 630,000 ABD Doları hesaplanmış. Bu ortalama zarar diğer yaş bandları ile karşılaştırıldığında oldukça yüksek. Örneğin 41-45 yaş bandı suistimalciler vakaların %19’unu gerçekleştirirken, ortalama zarar 250,000 ABD Doları olarak hesaplanmış.
– Eğitim seviyesi arttıkça oluşan zarar da artıyor. Üniversite mezunları vakaların %47’sini gerçekleştirirken, ortalama zarar 200,000 ABD Doları hesaplanmış. Oysa lisans üstü eğitim alan suistimalci, vakaların sadece %13.2’sini gerçekleştirmesine rağmen, ortalama zarar 300,000 ABD Doları olarak hesaplanmış.
– Vakaların sadece %5.2’inde suistimalcinin suç geçmişi var. Diğer bir deyişle, suistimal vakalarının çok büyük bir kısmında suistimalci suçu ilk kez işliyor.
– Suistimalcilerde en sık karşılaşılan davranış özellikleri (i) maddi olanaklarının elveremeyeceği şekilde yaşamak (ii) mali problemler (iii) tedarikçi veya müşteri ile olağan dışı yakın ilişki (iv) kurnazlık veya nüfuz ticareti ile işleri yürütme (v) yaptığı işe başkasını karıştırmama (vi) boşanma veya ailevi problemler.
– Suistimalcilerin %40’ı (gerçekleştirdikleri suistimal haricinde) işyerlerinde karşılaşılan diğer davranış ihlallerine de karışmışlar. Bu çerçevede en sık karşılaşılan ihlaller; tehdit, yıldırma, işe gelmeme, iş geç kalma veya yavaşlık.
– Suistimal vakalarındaki tecrübeme dayanarak çoğu suistimalcinin normal kişiler gibi göründüklerini söyleyebilirim. Bu kişiler çoğu zaman iş arkadaşımız, tanıdığımız hatta akrabamız olabiliyor. Çoğunun görünüşteki dürüstlüğü, bu kişilerden şüphelenmeyi zorlaştırıyor hatta suistimal yapabileceklerine inanmakta güçlük çekiyoruz. Ancak suistimali etkin bir şekilde önlemek ve tespit etmek için beklenmeyeni beklememiz ve profesyonel şüpheciliğimizi iyi kullanmamız gerekiyor.
Yukarıda verilen açıklamalar, bu profildeki kişilerin suistimal yapacağını, profilin dışında kalanların da yapmayacağını tabiki göstermiyor. Ancak, suistimalcinin özelliklerine ilişkin eğilimlerin incelenmesi, suistimal ile mücadele edenlere yapacakları risk değerlendirmelerinde bir çerçeve ve perspektif sağlayacaktır.
Bilinen bir sözü değiştirerek yazımı tamamlayayım. “Güven iyidir, profesyonel şüphecilik daha iyidir”. Umarım tanıştırmak durumunda kalacağınız bir suistimalci arkadaşınız olmaz !
Fikret Sebilcioğlu, CFE, SMMM Cerebra Muhasebe Denetim Danışmanlık Yönetici Ortağı
Fikret Sebilcioğlu, muhasebe, denetim ve danışmanlık alanlarında faaliyet gösteren Cerebra’nın yönetici ortağıdır. Muhasebe, bağımsız denetim, nansal raporlama, iç kontroller, adli muhasebe ve suistimal denetimleri ile uyum programları konularında 20 yıldan daha fazla tecrübeye sahiptir.
Fikret Sebilcioğlu Türkiye’de yerleşik birçok uluslararası şirkete UFRS, US GAAP, iç kontroller, iç denetim ve Sarbanes & Oxley Kanunu’na uyum alanlarında hizmet vermiştir. 2009 yılından itibaren beyaz yakalı suistimalleri, varlıkların kötüye kullanılması, rüşvet, fatura komisyonları (kickback), nansal tablo suistimalleri, Foreign Corrupt Practices Act and UK Bribery Act kanunlarına uyum ile karmaşık adli muhasebe alanlarında birçok projeyi yönetmiştir.
Cerebra’dan önce, Sebilcioğlu PwC İstanbul ve Rotterdam o slerinde 1993-2008 yılları arasında 15 sene çalışmıştır.
Suistimal İnceleme Uzmanı (Certifed Fraud Examiner), Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Kamu Gözetimi Kurumu tarafında verilen Bağımsız Denetçi unvanlarına sahiptir. Fikret Sebilcioğlu, Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (ACFE Turkey Chapter) ve Etik ve İtibar Derneği (TEİD) Yönetim Kurulu üyesidir. Ayrıca Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) ve İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (ISMMMO)’nın nin aktif üyesidir.
İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümünden 1993 yılında mezun olmuştur.
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
- November, 25
- 1411
- Genel, Suistimallere Karşı Sıfır Tolerans
- More
Fransız Rüşvetle Mücadele Kanunu – Loi Sapin II
Fransa’nın uzun zamandır üzerinde çalıştığı Fransız Rüşvetle Mücadele Kanunu’nun güncellenmiş versiyonu, bilinen ismiyle “Loi Sapin II”, 8 Kasım 2016’da kabul edildi. Peki bu kanun hangi alanlarda yenilik getiriyor uluslararası şirketleri nasıl etkiliyor?
İsim: Loi Sapin II ismi, kanunu hazırlayan Fransız Maliye ve Ekonomi Bakanı Michel Sapin’den gelmektedir.
Tarihçe: Rüşvetle Mücadele Kanunu, Fransa’da ilk olarak 1993 yılında güncellenmiş ve Michel Sapin’in 2012’de tekrar Fransa hükümetinde görev alması ile kanunun ikinci versiyonunun hazırlanması safhasına başlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Rüşvetin Önlenmesi ve Yabancı Ülkelerde Yolsuzluk Uygulamaları Kanunu: FCPA (Foreign Corrupt Practices Act) uyarınca en ağır tazminat ödeyen ilk 10 şirket arasında 3 adet Fransız şirketinin (Alstom 2014 – 772milyonUSD, Total SA 2013 – 398milyonUSD, Technip SA 2010 – 338 milyonUSD) bulunması, Loi Sapin II’nin hazırlanma sürecinde Fransa’nın aynı ABD, İngiltere, Brezilya ve Güney Afrika gibi yabancı yolsuzluk uygulamalarını cezalandıran özel bir kanunu kabul etmesine zemin hazırlamıştır.
Kapsam: Kanun, dünyanın neresinde kurulmuş olursa olsun Fransa’da operasyonu bulunan, çalışan sayısı 500’den fazla ve en az ortalama yıllık 100 milyon Avro üstünde geliri olan tüm şirketlerin Fransa ve diğer ülkelerde yaptığı yolsuzluklara karşı uygulanacaktır. Ayrıca kanun eski halinde mevcut olan yolsuzluk yasaklarını muhafaza etmektedir. Klasik anlamda kamu görevlilerinin ve özel kişilerin taraf olduğu rüşvet verme ve rüşvet alma suçlarının yanında, kolaylaştırıcı ödeme ve özel sektörde rüşvet halen yasak kapsamındadır.
Rüşvetle Mücadele Kurumu: Kanundaki değişiklikle; şirketlerde uyum programlarının oluşturulmasına yardımcı olacak, kontrolleri sağlayacak, verimsiz uyum programlarını cezalandıracak, şirket kontrollerini denetleyecek bir Rüşvetle Mücadele Kurumu kurulmasına karar verilmiştir.
Uyum Programları: Toplam çalışan sayısı 500’den fazla ve yıllık en az 100milyon Avro geliri olan tüm şirketler (mevcut durumda 1600 kadar şirketi etkileyeceği hesaplanmıştır) kanunun kabul edildiği tarihten itibaren 6 ay içinde şirket etik kodu(code of conduct), etik eğitimleri, ilişkili diğer şirketlere yapılacak incelemeler (third party due diligence), şirket içi ihbar hattının (whistleblow/hotline) kurulmasını içeren kapsamlı bir Uyum Programı hazırlamakla yükümlüdür.
Cezalar: Fransa, kişiler için 10 yıla varan hapis cezası ve işletmeler için 5 milyon Avro’ya varan para cezası olmak üzere dünya üzerinde uygulanan yolsuzlukla mücadele cezalarında, yaptırımı en ağır düzenlemelerden birini kabul etmiştir. Uyum programı oluşturması gerekirken buna aykırı davranan şirket yöneticileri 200 bin Avro ve şirket ise 1 milyon Avro’ya kadar ceza alabilecektir. Ayrıca Rüşvetle Mücadele Kurumu tarafından 3 yıl boyunca sürebilecek ağır şirket denetimi, yolsuzluk duruşmalarının halka açık yapılması, kamu ihalelerinden yasaklılık, hatta yolsuzluk yapan şirketin tasfiyesi de uygulanabilecek cezalar arasındadır.
Sulh imkanı: Fransa aynı ABD’de olduğu gibi şirketlere soruşturma sırasında, soruşturmayı kabul edip gerekli yükümlülükleri yerine getirme şartıyla bir nevi sulh niteliğinde olan soruşturmanın ertelenmesi sözleşmesi (deferred prosecution agreement) imkanı tanımaktadır. Burada şirketlerin soruşturma sırasında ilgili kurumlarla koordine çalışmayı kabul edip, belirlenecek uyum yükümlülüklerini yerine getirme şartı yanında üç mali yılda hesaplanacak yıllık ortalama gelirlerinin %30’una kadar tazminat, soruşturmada yer alan hukuki, finansal, mali ve vergi uzmanların masraflarını içeren ödemeler ve uygunsuz işlemden zarar görenlerin tazminatlarını içeren toplam bir tazminatın şirket tarafından ödenmesi sözkonusu olacaktır. Sulh sözleşmesi, mevcut soruşturmada savcılığın uygunsuz işlemi yapan gerçek kişilere karşı sürdürdüğü soruşturmayı durdurmayacak ve sulh sözleşmesi basın yoluyla ilan edilecektir.
İhbarcı (Whistleblower) Koruması : Şirketlerdeki uygunsuz işlemlerin açığa çıkmasında büyük rol oynayan ihbar mekanizması da Loi Sapin II’de güçlü bir koruma ve ödül düzenlemesine tabi tutulmuştur. En az 50 kişinin çalıştığı şirketlerde, devlet kurumlarında ve en az 10.000 kişi nüfusa hizmet eden belediyelerde zorunlu ihbar mekanizması sistemi kurulacaktır. İhbarcıların iyi niyetli olması durumunda hiçbir şekilde ihbarcıya karşı misilleme sözkonusu olmayacak, ihbarın doğru çıkması durumunda ihbarcılar ABD’de olduğu gibi ödüllendirilebilecektir. İsmini ifşa etmeden (anonim şekilde) ihbar etme durumu korunmuş, hatta anonim ihbarcıyı ortaya çıkarmak için bilgiler ifşa edilmesi durumunda ayrıca iki yıl hapis cezası düzenlemiştir.
Son yıllarda ABD, İngiltere, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin yolsuzlukla mücadele konusunda ciddi yasal düzenlemelerinin yanında Fransa’nın Loi Sapin II kanunu önemli bir hukuki düzenleme olarak yerini almıştır. Uluslararası arenada yolsuzlukla mücadelenin bu kadar önem kazandığı ve uyum programlarının zaruret halini aldığı bir dönemde; global şirketlerin yabancı düzenlemelere uygun olarak uyum programları ile risklerini minimize ederek faaliyetlerini sürdürmesi yanında, Türk şirketlerin uluslararası platformda faaliyetleri ile saygınlıklarını koruması için uluslararası gelişmelere uygun düzenlemeleri takip etmek için yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin de yolsuzlukla mücadele konusunda özel ve geniş kapsamlı bir kanunu gündemine alması gitgide önem kazanmaktadır.
Altuğ Özgün
Sandoz Baş Hukuk Müşaviri
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Global Suistimal Haftası’nda, Gerçekleri Konuşmaya Başlayalım mı?
ACFE’nin 2016 Global Suistimal Raporu’nda, Türkiye’den sadece 15 vaka yer alıyor. Örneğin dünyada suistimal konusunda birinci sırada olan Amerika’dan, 1038 vaka incelenmiş. Bizim bu konuda üstlerde yer almamamızın nedeni; şirketlerde suistimallerin az görülmesinden ziyade; ’’kol kırılır, yen içinde kalır’’ yaklaşımımız olmasın? Çünkü bu konuyu dile getirmeyi pek sevmiyoruz. Hatta getirisi götürüsünden fazla olan yöneticilere göz yumabiliyor, birbirine karşı dürüst olmayan ortaklara ses çıkarmıyoruz. Konuyu, yargıya taşınmadıkça ve özellikle de medyaya yansımadıkça; yok sayıyoruz.
Oysa suistimaller şirketleri içten içe yemeye devam ediyor. ACFE’ye göre şirketlere yaklaşık, yıllık gelirlerinin yüzde beşine mal oluyor. Suistimalin yol açtığı maddi zarar ortada. Ya itibar riski? Hem bu konuya değinmekten kaçınarak, gereken tedbirler önceden alınmıyor; hem de medya karşısında bir kriz durumunda, birbiri ardına yanlış hareketlerle, yıllarca yatırım yapılan kurumsal markalar, bir çırpıda harcanıyor. Medyadan kaçmanın; ya da kurum avukatlarının, halk tarafından anlaşılması zor demeçlerinin şirketleri kurtarabileceği düşünülüyor. Oysa Amerika’nın en büyük şirketlerinden Enron’un iflasına yol açan organize yolsuzluk, konunun boyutu ve önemini göstermiş; iş dünyasının dikkatini etik ve sürdürülebilirliğe çekmişti. Buna rağmen güncel istatistikler, hile ve suistimalin azalmadığını ortaya koyuyor. Şirketlerin yaşadığı krizleri de, medyadan takip etmeye devam ediyoruz. Peki Enron gibi çeşitli vakalar bizi ikna etmeye yeterli olmadı mı? Büyük bir risk alarak; yalanlara, hile ve yolsuzluklara neden devam ediliyor?
Bu sorunun cevabını, TEİD tarafından yayınlanan, Dürüst Olmamanın Ardındaki Dürüst Gerçek kitabının yazarı Dan Ariely’ye sorduk. Dan Ariely dünyanın önde gelen davranışsal ekonomistlerinden. Cevabı akılcı bir maliyet ve fayda analiziyle bulamayacağımızı söyledi. Ahlaklı davranıp, davranmamak çoğu kez hesaba katılmayan, akıl dışı güçlere bağlı. Ariely, insanların genellikle “Çok küçük bir oynama yaptım” “Herkes yapıyor” “Daha yararlı şeyler yapmak için bu yola başvuruyorum” gibi bahanelerin ardına sığındığını belirtti. Aslında sahtekarlar sadece çevrelerini değil, ilk başta kendilerini kandırıyor. Haklı sebepleri olduğuna inanıyor, özellikle de ufak çapta hilelere göz yumulan bir çevre içindeyse; hemen uyum sağlıyor. Yani sahtekarlık bulaşıcı. Dolayısıyla en etkin çözüm, hile ve suistimalleri hoş görmeyen bir sistem kurmak. Ufak ufak götüren yöneticilere, işini bilen çalışanlara geçit vermemek. Çünkü ahlak algısı değiştikçe ve etik kültürü zarar gördükçe; küçük bir kartopu, zamanla büyüyerek, şirketleri yıkabilecek bir çığa dönüşüyor. Ve iş işten geçmiş oluyor.
13-19 Kasım 2016, ACFE tarafından Global Suistimal Haftası olarak ilan edildi. Kurucusu olduğum Headline İletişim de, bu global hareketin resmi destekçisi oldu. İş işten geçtikten sonra, durumu medya ve toplum karşısında toparlamaya çalışmak yerine; proaktif olarak, gereken tedbirleri önceden almaya, eğitim ve iletişimle etik kültürü geliştirmeye dikkat çekmek istedik. Hafta boyunca blogumuzda, Dan Ariely’nin Türkiye’ye özel mesajı, konuya farklı perspektiflerden yaklaşan uzmanların makaleleri ve çeşitli bilgileri paylaşacağız. headlinebpr.com/headlineblog adresindeki blogumuza bekleriz.
ACFE’nin 2016 Global Suistimal Raporu’na göz atmak isterseniz, http://www.acfe.com/rttn2016.aspx adresinde yayınlanıyor.
Ayrıca şirketlerde suistimal risklerinin nasıl azaltılabileceğiyle ilgili bilgiler ve interaktif araçlara da fraudweek.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Arzu Pınar Demirel
Headline İletişim Başkanı
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Karanlık Tarafa Nasıl Geçilir? – Bölüm 13 “Kitle Bağışıklığı ve Etik”
Kitle bağışıklığı, toplumun herhangi bir salgın hastalıktan korunabilmesi için bünyesindeki belli bir oranda kişinin o hastalığa karşı bağışıklık kazanması olarak tanımlanabilir. Yani bir toplumda bir hastalığın yayılmaması için toplumun içinde büyük bir çoğunluğun o hastalığa karşı bağışıklık kazanması gerekmektedir.
Toplum içinde yer alan geniş sayıdaki bağışıklık kazanmış bireyler, salgın hastalığın enfeksiyon zincirinin kırılmasını ve hastalığın yayılma hızının düşmesini veya tamamen durmasını sağlayacaklardır.
Bir salgın hastalık için bağışıklığın kazanılmasındaki en önemli araçlardan biri de aşıdır. Bulaşıcı hastalıkların enfeksiyon zincirinin kırılması için toplumda büyük bir çoğunluğun aşılı olması gerekmektedir. Bu çoğunluğun oranına kritik eşik denilmektedir. Eğer kritik eşik yakalanmışsa hastalığın salgın olma olasılığı büyük oranda düşecektir.
Bu kitle bağışıklığı eşiği kızamık için %92-95, çiçek veya çocuk felci için %80-86, ebola için %33-60, pandemik grip için %33-44’dür.
Benzer kitle bağışıklığını şirketler için de düşünebilir ve uygulayabiliriz. Şirketlerin bünyesinde yer alan etik dışı davranışlara buluşan çalışanların sayısı şirketin genel olarak etik dışı davranışlara olan “kitle bağışıklığını” da belirleyecektir.
Her bir şirketin kendi sektörüne, çalışan sayısına, özelliklerine ve coğrafi koşullarına göre farklı bir kitle bağışıklığı olacaktır. Fakat eğer etik iş yapmamanın çoğunluk tarafından kesin olarak reddedilmesi sağlanırsa bu sayede şirketin genelinde de etik iş yapma düşüncesi daha hızlı olarak yayılacaktır.
Yalnız şunu unutmamak gerekir, bütün toplum için kitle bağışıklığı oranı tutturulsa bile bazı bölgelerde oranın altında kalınması hastalığın salgın olarak yayılmasını o bölgede etkilemeyecektir.
Diyelim ki İstanbul’da kitle bağışıklığı için gereken bağışıklık oranı %95’i tutturdunuz. Fakat bu oranı Eyüp’te tutturamazsanız Eyüp’te hastalık yayılmaya devam edecektir. Aynı şekilde bir şirketin belli birimlerinde etik iş yapma anlayışını yerleştirmiş bile olsanız belli birimlerde bunu başaramamışsanız en azından o birimlerde etik dışı davranışlar devam edecektir.
Şirketin içindeki küçük gibi görülen etik aksaklıklara zamanında müdahale edilmezse ve aksaklıklar düzeltilmezse bu aksaklıkların bir çeşit zincirleme reaksiyon ile şirket içinde salgın hastalığa dönüşeceği ve sistemin daha da bozulmasına sebep olacağı ortadadır. Bu yüzden şirketlerin kendi içlerinde yolsuzluğa ve etik dışı davranışlara karşı etik kitle bağışıklığını yakalamaları büyük öneme sahiptir.
Ali Cem Gülmen
KAYNAKLAR: Kitle Bağışıklığı Ve Kızamık: Ferit Kuşçu, Emin Ediz Tütüncü
https://en.wikipedia.org/wiki/Herd_immunity
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
- November, 2
- 1661
- Karanlık Tarafa Nasıl Geçilir?
- More
Suistimallere Karşı Sıfır Tolerans – Bölüm 1
Suistimaller ile Mücadele Etmeyecek Kadar Zengin misiniz?
Çalışan suistimallerini odağına alan “Suistimale Sıfır Tolerans” yazı dizimizin ilk konusu suistimallerin kurumlara maliyeti.
Kurumlarda bir riskin yönetim kurulunun ajandasına girmesi, doğal olarak o riskin “önemli” olmasına bağlıdır. Diğer bir deyişle, riskin gerçekleşme ihtimali yüksek ve oluşacak olan potansiyel zarar büyük ise ilgili risk “önemli” olarak değerlendirilebilir. Peki yolsuzluk, varlıkların kötüye kullanılması ve hileli mali tabloların hazırlanması olarak 3 ana başlıkta toplayabileceğimiz çalışan suistimalleri, şirketler için ne kadar “önemli”?
Suistimal riskinin boyutlarını anlama noktasında neden oldukları muhtemel zararları ölçmek kritik bir konu. Diğer taraftan suistimal gibi sinsi bir virüsün, içinde yaşadığımız ortama verdiği zararı tutarsal olarak hesaplamak da oldukça zor. Ancak, Association of Certified Fraud Examiners (ACFE)’nin yayınladığı çalışan suistimallerine ilişkin 2016 Küresel Suistimal Çalışması bizlere bu konuda çok açık mesajlar veriyor. Bu çalışmaya göre, şirketler cirolarının yaklaşık %5’ini suistimallere kaybediyor. Bu oran oldukça güvenilir, zira yıllardır yapılan bu araştırmada oran genelde %5 civarında hesaplanıyor. Dünya’da 2014 yılı gayri safi milli hasılanın 78 trilyon ABD Doları olduğu düşünüldüğünde, suistimaller neticesinde oluşan zarar 3.9 trilyon ABD Doları olarak hesaplanıyor. Bu tutarın buzdağının sadece görünen yüzü olduğunu belirtmemizde fayda var, zira suistimallerin halen ölçülemeyen ciddi bir boyutu mevcut.
Raporun suistimallerin maliyetine ilişkin diğer bulguları ise şöyle:
*275,000 ABD Doları ile vaka başına ortalama zararın en yüksek olduğu bölge, araştırma da Türkiye’nin de içinde olduğu Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi. En fazla karşılaşılan suistimal tipi ise “rüşvet ve yolsuzluk”.
*Ortalama zarar hileli finansal tablo vakalarında 975,000 ABD Doları, rüşvet ve yolsuzluklarda 200,000 ABD Doları iken, en sık karşılaşılan çalışan suistimal tipi olan şirket varlıklarının kötüye kullanılmasında ise 125,000 ABD Doları olarak hesaplanmış.
*Suistimali yapan şirket ortağı veya üst düzey yönetici olduğu zaman, ortaya çıkan zarar normal şirket çalışanın yaptığı suistimale göre 10 kat daha fazla.
*Suçu işleyen çalışan sayısı arttıkça zarar da katlanarak büyüyor. Örneğin bir kişinin yaptığı bir suistimalin ortalama zararı 65,000 ABD Doları iken, 5 ve daha üstü çalışanın karıştığı suistimallerde asgari zarar 633,000 ABD Doları olarak hesaplanmış.
*Suistimal ile mücadeleye ilişkin kontrolleri olmayan şirketlerde zarar, olanlara göre 2 kat daha fazla.
Yukarıdaki bulguların içinde bir şirket için hayati öneme sahip ve ölçülmesi oldukça zor olan itibar kaybının etkisi doğal olarak yok.
Suistimallerin dünya geneli için hesaplanan toplam zararını Türkiye için senaryolaştırmaya ne dersiniz?
Türkiye’nin yaklaşık 800 milyar ABD Doları olan hasılasından hareketle zararın 40 milyar Amerikan Doları olduğunu, bu durumda da her Türk vatandaşının suistimalleri fonlamak için cebinden yılda yaklaşık 500 ABD Doları ödediğini söyleyebiliriz.
Tüm bunlara rağmen ümitsizliğe kapılmamak gerekiyor, zira suistimalden kaynaklanan zararları sıfırlamak mümkün olmamakla birlikte, zararları asgari seviyeye indirmek oldukça mümkün. Yapılan araştırma etkin bir iç kontrol sistemi olan şirketlerde zararların önemli oranda düştüğünü ortaya koyuyor.
Çocukluğumda babamın çok ucuza olan ürünleri almadığını ve bunun nedenini sorduğumda da “ben ucuza alacak kadar zengin değilim” dediğini hatırlıyorum. O zamanlarda bana bir şey ifade etmeyen bu sözlerin, 46 yaşında yazacağım bir yazı dizisinin ilk makalesinin başlığı olacağını tahmin edemezdim. Peki, gelen sorumun cevabını siz tahmin edebilir misiniz?…
Nitelik ve nicelik yönünden bu kadar maliyeti yüksek olan sinsi bir düşman ile mücadele etmeyecek kadar siz zengin misiniz?
Fikret Sebilcioğlu, CFE, SMMM Cerebra Muhasebe Denetim Danışmanlık Yönetici Ortağı
Fikret Sebilcioğlu, muhasebe, denetim ve danışmanlık alanlarında faaliyet gösteren Cerebra’nın yönetici ortağıdır. Muhasebe, bağımsız denetim, nansal raporlama, iç kontroller, adli muhasebe ve suistimal denetimleri ile uyum programları konularında 20 yıldan daha fazla tecrübeye sahiptir.
Fikret Sebilcioğlu Türkiye’de yerleşik birçok uluslararası şirkete UFRS, US GAAP, iç kontroller, iç denetim ve Sarbanes & Oxley Kanunu’na uyum alanlarında hizmet vermiştir. 2009 yılından itibaren beyaz yakalı suistimalleri, varlıkların kötüye kullanılması, rüşvet, fatura komisyonları (kickback), nansal tablo suistimalleri, Foreign Corrupt Practices Act and UK Bribery Act kanunlarına uyum ile karmaşık adli muhasebe alanlarında birçok projeyi yönetmiştir.
Cerebra’dan önce, Sebilcioğlu PwC İstanbul ve Rotterdam o slerinde 1993-2008 yılları arasında 15 sene çalışmıştır.
Suistimal İnceleme Uzmanı (Certifed Fraud Examiner), Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Kamu Gözetimi Kurumu tarafında verilen Bağımsız Denetçi unvanlarına sahiptir. Fikret Sebilcioğlu, Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (ACFE Turkey Chapter) ve Etik ve İtibar Derneği (TEİD) Yönetim Kurulu üyesidir. Ayrıca Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) ve İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (ISMMMO)’nın nin aktif üyesidir.
İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümünden 1993 yılında mezun olmuştur.
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
- November, 2
- 1538
- Genel, Suistimallere Karşı Sıfır Tolerans
- More
Şifa Niyetine…
“Neredeyse tüm eğitimlere, atölye çalışmalarına ve seminerlere aynı soruyla başlıyorum. Bu dünyada her şey bembeyaz olsaydı, beyazı tarif edebilir miydik?” Mustafa İlgün
Cevap, tabii ki hayır. Sonra da şöyle devam ediyorum; ‘beyazı tarif etmek için bir küçücük karartı yeter’. Çünkü, ancak bir kontrast varsa beyazın tarifi yapılabiliyor.
Algılama referansla çalışan bir yeti. Sadece karşıtlığın olduğu durumlarda işliyor. Mesela, etik dediğimiz anda, etik dışı bir şeylerin varlığını da kabul etmiş oluyoruz. Sufi kültürde de bu yaklaşımın bir benzeri var; ‘kıstasta yaşam vardır’ diyor Abdülbaki Gölpınarlı. Yani, bir şey varsa, ancak bir karşıtıyla vardır; hayat böyledir. Tabii, insan da nasibini alıyor bu karşıtlıktan. Üstelik insan, karşıtlıkları bir de içinde yaşıyor. Bu nedenle, kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Tam bu noktada konu kişiye göre değişen bir hal alıyor. Ancak, etik, küresel bir kavram. Ahlak dahi, kültürlere göre farklılıklar gösterebiliyorken, etik en azından genel prensipleriyle dünyanın her yerinde aynı. Bu, etiğin önemini daha da artırıyor şüphesiz.
Etiğin kurumsallaşması önemli. Bunun için uygulanan çok çeşitli yöntem var. Mesela, ‘Whistle blowing’ olarak bilinen ve ‘*espiyonaj’ı kurumsallaştıran bir uygulama var. Bu uygulamada, etik dışı bir olay ilgililere gizlice bildirilebiliyor. Bir etik kitapçığı yayınlanması da çokça rastladığımız işlerden. Bazı yerlerde konuyla ilgili değişken ekran koruyucuları kullanılıyor. Bu uygulamada, çalışanın ekranına özlü sözler, kural hatırlatmaları vb. metinler ulaştırılıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Etik denildiğinde kurumsal çatının altında bir konudan bahsediliyor olsa da, odakta insan var. Çünkü, etik, evrensel; ama, hareket noktası kişisel. Bu nedenle şu soruyu kendimize sorarak başlayabiliriz; ‘Ben ne kadar güvenilirim?’. Tabi, bu soruyu insanın kendisine sorması ve gerçekten kendi canını acıtacak bir cevap vermesi hiç kolay değil. Ama, etiğin başlangıç noktası bu. Bir hemşireye, kendine iğne yapıp, yapamadığını sormuştum; ‘İşte ben onu yapamıyorum’ dedi. Şifa için bile olsa, kendini yaralama fikri ona imkansız geliyordu. Oysa, iyi bir başlangıç için elde etmemiz gereken yetenek de bu; gerektiğinde kendimize iğneyi batırabilmek. Şifa niyetine…
*Casusluk ve gizli bilgi toplama operasyonlarının genel adı.
Mustafa İlgün, İlgün Danışmanlık Kurucu Ortağı
Mustafa İlgün, profesyonel iş hayatına 1990 yılında Coca-Cola’da kurucu ekipte aldığı görevle başladı. Daha sonra Türk- Pirelli’de pazarlama departmanında sürdürdüğü kariyerine Anadolu Efes’te devam etti.
Görevi süresince pazarlama ve iletişim alanlarında çalıştı. Genel merkezde 6 ülkeyi kapsayan bir coğrafyada ticari pazarlama ve kurumsal iletişim sorumluluklarını üstlendi.
Rio de Janeiro’da yapılan uluslararası Rio+20 iklim toplantısında Anadolu Efes’i temsilen, ‘Sürdürülebilir Tarım’ projesini uluslararası görüş liderleriyle paylaştı. Sürdürülebilirlik ve kadın emeği konularında çeşitli kuruluşların danışma kurullarında yer aldı.
Kariyeri boyunca yenilikçiliği bir kültür olarak ele alan ve bu kültürü pekiştirme gayreti içinde bulunan İlgün, çok sayıda iletişim projesine ve sürdürülebilirlik alanındaki çalışmaya liderlik etmiştir. İlgün, kariyerini kurumsal iletişim, pazarlama iletişimi konularında danışmanlık yaparak ve eğitimler vererek sürdürmektedir.
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
ISO 37001 “Tüm Yolsuzlukla Mücadele Standartlarına Hükmedecek Standart”
Uluslararası Standartlar Teşkilâtı, yolsuzlukla mücadele ve iş etiğini desteklemek amacı ile 4 yıldır 50’yi aşkın ülkeden uzmanların işbirliği ile hazırladığı ISO 37001 Yolsuzlukla Mücadele Yönetim Sistemi Standardını 14 Ekim 2016 tarihinde yayınladı.
Temel ilke ve uygulamalar ortak paydasında buluşmak kaydıyla şirketlerin risk yönetimi ihtiyaçları olgunluk seviyeleri, faaliyet alanları gibi değişkenleri etkin yönetebilmek için kendine özel bir uyum programı geliştirmesi gereğinin altını hep çizdik.
Bu riskler arasında en önemlisi, global arenada iş yaparken karşınıza en çok çıkacak olan, ulusal ve uluslararası kanunlara uyum riskleri bakımından sıranın en başında gelen ve tabi en büyük cezalar ve itibar kaybı ile sonuçlananı “Yolsuzluk ve Rüşvetle Mücadele”.
Madem her şirketin kendine özel bir program geliştirmesi doğru, o zaman bir değil “uyulması gereken” bir çok standardın varlığından veya iyi uygulama örneğinden söz edebiliriz. Ancak 2016 Ekim ayının ortalarında, bugüne kadar biriktirdiğimiz tüm tecrübe ve literatür okumalarımızla oluşturduğumuz, bu şirkete özel standartları standardize etmek için bir standart geliyor: ISO 37001.
Yüzüklerin Efendisi sever dostlarım, ISO 37001 i “Tüm diğer yolsuzlukla mücadele standartlarına hakim olacak standart” olarak anmaya başladı bile.
Bu yazıyı, uyum dünyasında bir yolsuzlukla mücadele programı standardının yokluğundan şikayetçi olan meslektaşlar ile “Federal Sentencing Guidelines, Guidelines for Corporations” ile gelen “makul yapılanma ve önlemler” tanımında gizli olan “her şirket kendisi için en iyi sistemi kurmakla sorumludur” önermesinin ideal uygulama olduğunu savunanlar arasındaki tartışmanın argümanlarını bir kez daha gözden geçirmeniz ve en doğru kararı verebilmeniz için kaleme aldım.
Gelin görün ki, siz hangi tarafta olursanız olun, tüm standartlara hükmedecek o standart gerçekten geliyor.
Neden şimdi?
Bu soruya cevap vermeden önce uluslararası yolsuzlukla mücadele ortamına şekil veren kilometre taşlarını hatırlayalım:
*Foreign Corrupt Practives Act (FCPA) – Amerikan Yurtdışı işlemlerde yolsuzlukla mücadele yasası – 1977
*UK Bribery Act – Birleşik Krallık Yolsuzlukla Mücadele Yasası –
*OECD Convention on Combating Bribery of Foreign Public Officials in International Business Transactions – OECD Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi
*United Nations Convention Against Corruption (UNCAC) – Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi
*European Anti-Corruption Conventions – Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmeleri
*Brazilian Clean Company Act – Brezilya Temiz Şirket Yasası
*Canadian Corruption of Foreign Public Officials Act (CFPOA) – Kanada Yurtdışı İşlemlerde Kamu Görevlisine Rüşvetin Engellenmesi Yasası
*The Sapin II, Draft Bill for Transparency and Modernisation of the Economy – Fransız Şeffaflık ve Ekonominin Modernizasyonu Yasa Tasarısı
İçinizden bir ses size bütün bu yasa ve anlaşmaların sizi neden ilgilendirdiğini soruyor olmalı. Cevap basit. Tüm bu yasal düzenlemelerin ve sözleşmelerin ortak paydası o ülkenin vatandaşının yurt dışında (doğrudan veya aracılar üzerinden) rüşvet vermesini engellemeye yönelik olmaları. Yani eğer bir Fransız şirketi ile çalışıyorsanız sizin kendi ülkenizde uyguladığınız yolsuzlukla mücadele risk yönetimi programı veya kısaca “etik ve uyum programınız” artık iş yaptığınız şirket için bir sorumluluk haline geldi. Bir Amerikan şirketini temsil ediyorsanız ve bu şirket bir ihracatçı ise Amerikan Ticaret Odası (American Chamber of Commerce) sadece o şirketin bir uyum programı olması ile yetinmeyip sizin de bir uyum programınız olmasını mecburi kılıyor ve bu programın varlığı ile etkinliği konusunda detaylı bir denetim yapma sorumluluğunu da Amerikalı ortağınıza bırakıyor.
Yani, bırakın bir kurumsal dünya vatandaşı olarak görevinizi, yabancı iş ortaklarınızla ilişkilerinizi sağlıklı sürdürebilmek için bile onların hangi yerel hukuki riskleri yönettiklerini bilmek ve aynı kimliğe bürünmek zorundasınız.
Neden şimdi sorusunun birçok mantıklı cevabı olabilir ancak bunların başında “Günümüzde, yolsuzluk risklerinin yönetilmesinin global şirketlerin kurulu veya halka açık oldukları ülkelerin rekabet öncelikleri ve hukuki sorumlulukları haline gelmiş olması” var. Uluslararası yasal mimarinin olgunlaşması ve kanun yapıcıların yaptırım gücünün artmış olması ise standardizasyon gereğinin ardındaki önemli bir itici güç.
Sonuç olarak yolsuzlukla mücadele dünyası sizin sandığınızdan çok daha hızlı dönüyor ve sizi hukuken doğrudan etkilemediğini düşündüğünüz her yasa iş yaptığınız yabancı ortaklarınız üzerindeki baskısını artırıyor. Bu gelişmelerin ardında ahlaki yönelimler olduğunu lütfen düşünmeyin. Çerçevesi ülkelerin dış politikaları, dış ticarette adil rekabet zemini arayışları yani global siyaset ve ticaret dinamikleri ile belirlenmiş yeni bir oyun alanı içerisindesiniz. Bu yeni dünyanın kuralları ile ne kadar geç tanışırsanız işlerinizi sürdürmeniz ve geliştirmeniz o kadar zorlaşacak gibi gözüküyor.
Bu küçük uyarıdan sonra gelin ISO 37001 incelememizi sürdürelim.
Nasıl bir ekip tarafından hazırlandı?
İş dünyasının karşılaştığı düzenlemeler ve standardizasyon araçları karşısında ilk, ve çoğunlukla haklı, tepkisi bunları “işleri yavaşlatacak yeni bir bürokratik engel” olarak görmek yönünde oluyor.
Büyük çoğunluğu profesyonellerden oluşan, 28 ülkeden 50 yi aşkın uzmanın iki senelik çalışmasının sonucu olan ISO 37001 için yapılan tanım cesaret verici: “İş dünyası tarafından, her büyüklükteki şirket için hazırlanmış bir standart”
Yayınlanan standarda baktığım zaman, ISO 37001’in, yakın gelecekte tedarik zinciri yolsuzluk risk değerlendirme anketlerinin yerini almasına şaşırmayacağımı söylemeliyim. Global ve yerinde denetlenen bir standart varken hangi global şirket yerel risklerini kendi anketleri üzerinden yönetmek istesin ki?
Yeni olan nedir?
Eğer bu soruyu soran Amerika, İngiltere, Almanya, Kanada, Brezilya, Güney Afrika veya Fransa’da kurulu bir şirketin etik ve uyum yöneticisi ise cevap basit: “Yeni standart zaten yapmadığınız veya bilmediğiniz hiçbir şey getirmiyor”. Ancak yurt dışında yolsuzlukla mücadele konusunda sert hukuki önlemler almış, uzman mahkemelerini kurmuş ve yaptırımları uygulayan, gelişmiş bir yargı sistemi olan bir ülkede değilseniz; yasalar sizi zaten bu sistemleri kurmaya ve doğru çalıştırmaya yöneltmemişse; yabancı iş ortaklarınızın ilgili taleplerini ciddiye almak yerine gönderdikleri etik kodunu imzalayıp unutmak refleksine sahip bir ticaret pratiğini yaşıyorsanız o zaman kolları sıvamanızın zamanı geldi demektir. Sertifikasyon ve denetleme süreçlerinde ortaya çıkacak “yerel çözüm üreten” danışman firmalarla karşılaşacaksınız elbette ama bu konu diğer kodlara benzemiyor. Yabancı iş ortaklarınız üzerindeki hukuki baskı o kadar büyük ki içi doldurulmamış bir sertifikanın fitili kısa bir bomba olduğunu fark ettiğinizde çok geç kalmış olabilirsiniz.
ISO 37001 ile tanımlanan sorumlulukların etki alanı nedir?
Bir şirket sizden ISO 37001 sertifikası istiyorsa emin olun ya kendisinde de vardır veya etik ve uyum programları zaten dünya standardındadır. Zira üçüncü taraflarla ilgili risk değerlendirmesi ISO 3001 ile gelen sorumlulukların başında geliyor. (Third Party Due Dilligence). Şirketiniz bu denklemin iki tarafında da olduğunu unutmamalısınız. Yani global şirkete karşı, bir tedarikçi olarak, ne kadar sorumluysanız kendi tedarik zinciri risk yönetiminizi de aynı titizlikle yapmak durumundasınız. Bu temel ilke zaten etkin bir etik ve uyum programının ruhunu oluşturuyor. Siz kendinizi nasıl bir kurumsal vatandaş olarak tanımlıyorsanız aynı tanıma uygun tedarikçilerle çalışmak da sizin sorumluluğunuz. Standart bu sorumluluğu da tanımlıyor. İşte birkaç örnek:
*Risklerin tespitinde gerekli özenin gösterilmesi (Due dilligence) tespite konu risklerin önemine ve ağırlığına uygun yapılmak zorundadır. Bunun anlamı, etik ve uyum yönetimi programınızın risklerin değerlendirilmesi, ölçülmesi, derecelendirilmesi ve haritalanması ile ilgili bir altyapıya sahip olmalıdır. Doğru ölçemediğinizi doğru yönetemezsiniz. Her paydaşınızla ilgili risk tespitiniz aynı olamaz. Örneğin tedarikçiniz ile müşterinizin yolsuzluk risklerini aynı araçla yönetemezsiniz. Müşterim neden yolsuzluk riski getirsin demeyin. Banka gibi yüksek regülasyonlara tabi bir şirketseniz, kamu ile iş yapıyorsanız veya kara para aklama operasyonunda hizmetine sıklıkla başvurulan riskli sektörlerde iseniz “Müşterini tanı” (Know your customer) ilkesi risklerinizi yönetmekteki dominant faktör olabilir.
*Kırmızı bayrak; Şirketler risk tespitlerinde buz dağının üzerinde kalan konulara dikkat ederken bir çok küçük göstergeyi gözden kaçırıyor olabilirler. Örneğin rüşvet soruşturması geçirmiş bir şirket hemen radarlarınıza takılırken şirketin sicil kaydına dair kayıtlardaki tutarsızlıklar dikkatinizi çekmiyorsa, imza sirküleri gibi şirket iç kontrollerine aykırılığın ortaya çıkartılması ile ilgili denetim mekanizmalarının varlığı ve işlevselliğini değerlendirmiyorsanız, “yönetim kurulu veya yöneticiler arasında özellikle şirketin müşterileri arasındaki bir kamu kurumundan veya bu kamu kurumları üzerinde baskı oluşturabilecek yetkiyle çalışmış bir kamu görevlisi var mıdır?” sorusu aklınıza gelmiyorsa risk yönetiminizi layıkıyla yaptığınızı iddia etmek zor olacaktır.
Standart, tam da yapmasını isteyeceğimiz gibi, almanız gereken önlemleri ve uygulamanız gereken yöntemleri sıralamıyor; buna mukabil risklerinizi “makul ve orantılı” yöntemlerle ölçüp yöneten bir mekanizmanın varlığını sorguluyor. Elbette neyin makul olduğu tanımı hep bir tartışma konusu olarak kalacaktır; ancak ticari ilişki içindeki her şirket aslında hukuki bir riski de paylaşıyor ve birlikte yönetiyor demektir. Bu ilişki ve zamanla gelişecek karşılıklı talepler endüstri normlarını oluşturacak ve makul olanın tarifini kolaylaştıracaktır.
Nasıl denetlenecek?
Yolsuzlukla, etik ve uyum programı ile yönetilen en önemli risk. Bu programlarla ilgili hiçbir şey öğrenmediysek en azından herkese uyan bir program şablonu olamayacağını biliyoruz. Etik ve uyum programları şirketin ne ürettiği ile değil nasıl ürettiği ve kim olduğu ile ilgilidir. İlaveten, bir önceki sorunun cevabında geçen “makul ve orantılı” tanımı bile 37001 denetimini ISO tarafından hazırlanmış diğer tüm standartların denetiminden daha zor hale getiriyor. Bu şirkete özel durumun standardı karşıladığı nasıl anlaşılacak?
Bu soru altındaki bir diğer detay ise şudur: Etik ve uyum yöneticisi, herhangi bir uyumsuzluk durumundaki mütalaasını, tabi olunan kanunlar, şirketin yönetmek durumunda olduğu riskler, şirket kültürü, iş yapılan bölgenin sosyal yapısı ve kültürü, ortaya çıkan uyumsuzluğun dinamikleri, şirket politika ve prosedürleri gibi bir çok kriteri inceledikten ve yeterli bilgi ile donandıktan sonra verir. Dolayısıyla verdiği mütalaa veya kararın ileride hatalı çıkması o andaki kararın yanlış olduğu anlamına gelmeyebilir. Yani neyin makul olduğu kadar verilen kararın doğruluğu da içeriden bakan ve dışarıdan bakan göz için sübjektif olabilir. Örneğin yöneticiler ve çalışanların aynı içerikle ve aynı ortamda yolsuzlukla mücadele eğitimi alması veya almaması bile birçok meslektaşın hala tartıştığı bir konu. Dahası, işinde uzman bir uyum yöneticisi için bile sektör değiştirdiğinde yeni şirketinin dinamiklerini öğrenmek ve kararlarını bunları göz önünde bulundurarak vermek bir süreç gerektirirken hem meslek hem sektör tecrübesi buna yeterli olamayacak bir denetçinin vereceği görüş ne derece adil olabilir?
Benim vardığım sonuç, özellikle bir şirketin uyum hayatını kaotik hale getirebilecek kadar fazla kesişim kümesi olan, uluslararası yaptırım sahası olan ulusal yasalarla gelen, hukuka uygunluk (regulatory compliance) alanındaki risklerin etkin yönetimine destek olabilecek, tüm standartlara hakim olacak bir standarda ihtiyaç duyulduğu yönünde.
Bunun da ötesinde, özellikle tedarik zincirinde yolsuzlukla mücadele ve üçüncü tarafların risklerinin değerlendirilmesinde çok faydalı bir denetim aracı ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Elbette düğmeye basıldığı gün yolsuzluk risklerinin yönetimi alanındaki tüm gri alanlar ortadan kalmayacak veya su kaçıran tüm delikler tıkanmış olmayacak. Bir standart içinde bile olsak öğrenme ve gelişme süreci hep devam edecek.
Etik ve uyum yöneticisi, tasarladığı ve/veya yönettiği programın en temel özelliğinin sürekli öğrenmek, gelişmek ve adapte olmak olduğunu bilir. Dolayısıyla, standardın da öğrenip gelişecek bir dinamizmde olmasını yadırgamayacaktır.
Tayfun Zaman, Etik ve İtibar Derneği Genel Sekreteri
Tayfun Zaman Etik ve İtibar Derneği TEİD’in genel sekreteri, Turkish Integrity Center of Excellence TICE’ın kurucu direktörü, INmagazine dergisi editorü ve 7 etik ve uyum rehberinin yazarıdır.
Birleşmiş Milletler ve OECD’nin de aralarında bulunduğu uluslararası ve ulusal platformlarda iş etiği, itibar yönetimi, yolsuzlukla mücadele programları ve yolsuzluğun gizli maliyeti alanlarında birçok konuşma yapmıştır.
Tayfun Zaman B20 Yolsuzlukla Mücadele Görev Gücü üyesi, OECD Orta Asya ve Doğu Avrupa Ülkeleri Yolsuzlukla Mücadele Ağı Danışma Kurulu Üyesi ve Global Ethics Network Bölgesel Program Direktörüdür. UNODC ve OECD kapsamındaki çeşitli rüşvet engelleme çalışma gruplarına katılmıştır.
B20 Yolsuzlukla Mücadele Görev Gücü faaliyetleri kapsamında “KOBİlerde Yolsuzlukla Mücadele” ve Gümrüklerde Yolsuzlukla Mücadele” çalışma gruplarının eş başkanlığını yapmış olan Zaman “B20 KOBİlerde Yolsuzlukla Mücadele Rehberi” ve “B20 Gümrüklerde Kolektif Eylem Yoluyla Yolsuzlukla Mücadele Rehberi’nin” yazarıdır.
İstanbul Saint Joseph Fransız Lisesi’nde tamamladığı orta oğreniminin ardınıdan, Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’nü bitirmiş, Copenhag Üniversitesi’nde Deniz Yatırımları ve Gemi İşletmeciliği eğitimi almış ve halen yüksek lisansını, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, İnsan Hakları Hukuku dalında sürdürmektedir.
- October, 18
- 2576
- Türkçe, Uyum yönetimi, Yolsuzlukla mücadele
- More
Beyaz Yakalar Neden Kirlenir?
“Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler. Gerçekten de, elinde önemli yetkiler ve sosyal statüsü nedeniyle büyük bir güven halesi olan beyaz yakalıların işlediği suçlar, diğerlerinin çok üzerinde bir etkiye sahip olabiliyor. Ortaya çıkarması ve temizlenmesi de bir o kadar güç oluyor…” Av. Altuğ ÖZGÜN
Beyaz yaka tabiri şirkette üst düzeyde çalışan ve zihin emeği ile maaşa hak kazanan şirket yöneticileri ve memurları için kullanılırken, mavi yaka, şirkette genelde üretim tarafında çalışan ve beden emeği ile maaş hakeden işçiler için kullanılmaktadır. Beyaz yaka suçları dediğimizde de klasik anlamda suçlu psikolojisinden ayrılan ve ezber bozan bir suç tipinden söz etmiş oluyoruz. Zira toplumda suçlu konumunda olan kişilerin genelde alt seviyelerde yaşayan suça itilmiş bireyler olduğu yönünde bir genelleme hakim; beyaz yaka suçlarında ise iyi eğitimli, şirketlerde üst seviyelerde çalışan ve itibar gören kişilerin kalkıştıkları suçlar kastediliyor.
Uluslararası literatürde “whitecollar crimes” olarak kullanılan kavram, ilk kez 1939 yılında Amerikalı sosyolog Edwin H. Sutherland’ın “Beyaz yaka Suçluları” (The WhiteCollar Criminal) başlıklı açılış konuşmasında kullanılmış. Sutherland, beyaz yaka suçunu; vali, kaymakam, doktor, hâkim, müdür, komutan gibi üst düzey bürokrat ve profesyonellerin ve iş adamlarının, kişisel menfaat elde etmek için meslek ve makamın sunduğu olanakları ve güveni kullanarak işledikleri suçları nitelemek için kullanmıştır. Bu bağlamda beyaz yaka suçunu en geniş anlamda, “Suçun yüksek sosyal itibara sahip saygın bir kişi tarafından mesleği çerçevesinde ve kendine gösterilen güvenin ihlal edilmesi altında işlenmesi” şeklinde tanımlamıştır. Günümüzde beyaz yaka suçları Sutherland’in tanımının gelişmiş versiyonu olarak, şirketlerde CEO, CFO, Direktörler gibi üst düzey yöneticilerin ve kilit konumda çalışan memurların işledikleri suçları ifade etmektedir.
Beyaz yaka suçlarının nedenlerinin başında, şirkette yerleşmemiş etik ve uyum kültürü gelir. Bununla beraber kişisel hırs ve gevşek kontrol mekanizmaları da bu suçun işlenmesine zemin oluşturur. Suç failinin uzun yıllar aynı şirkette/aynı kilit görevde çalışması, şirkete duyulan güven ve çalışan adalet duygusunun zayıf olması, satış ve satın alma gibi yüksek montanlı ticari ilişkilerin döndüğü alanlarda çıkan kişisel fırsatlar bu suçun işlenmesinde çalışanlara motivasyon sağlar.
Şirketin kontrol mekanizmaları muhasebe ve risk kontrolleri (görevlerin ayrılması ve denetleme yollarının yaratılması), somut veri girişlerinin kontrolleri ve yönetim kontrollerinden (ceza ve ödüllendirme sistemi), şirket içi şikâyet hattı ve raporlamalardan oluşur. Beyaz yaka suçları, şirket yönetiminin her zaman güncel bilgilerden ve suistimal yöntemlerinden haberdar olarak ve kendini koruma yöntemlerini uygulaması suretiyle engellenebilir. Örneğin, hiçbir zaman tatile çıkmayan, sahip oldukları koşulların (maaş vb. yan haklar) üstünde yaşam tarzı sürdüren veya tutarsız ruh hallerine girip çıkan çalışanlar bu konuda şüphe yaratır. Suçu işleyen kişinin psikolojisi kendi kendine yaptığı suistimalin asla suç olduğunu inkâr etmeyen, şirketin bunu hak ettiğine inanan, emekleri karşılığı olarak şirketle ödeştiğini düşünen veya sadece yaptığı uygunsuzluk ile şirketten ödünç aldığını (aslında kanuna aykırı hareket etmediğini), dolayısıyla yaptığı işlemi meşrulaştırmaya dönük bir psikolojiyi yansıtır. Bu psikoloji iyi sunum teknikleri ve beden dili eğitimi almış bir üst düzey yönetici becerileri ile birleştiğinde, aslında sıradan suçlulardan çok daha kompleks düşünebilecek ve zorlu sorgulama tekniklerine dayanıklı bir suçlu profili ortaya koyar.
BİR BEYAZ YAKA SUÇU OLARAK RÜŞVET
Özellikle beyaz yakalı çalışanların rüşvet veya (bizim kültürümüzde bahşiş adı altında geçen) kolaylaştırıcı ödeme yöntemlerini kullanarak satış ve benzeri iş hedeflerine ulaşmasına çok sık rastlanmakta ve bu durum şirketleri ağır ceza ve itibar kaybı süreçlerine sürüklemektedir.
Uluslararası etik ve uyum yönetiminin temelinde yer alan yolsuzluk yapmama kavramının merkezinde rüşvetin engellenmesi vardır. Rüşvetin dünya ekonomisine zararı 2016 itibariyle yaklaşık 2 trilyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Rüşvet alma ve verme suçları konusundaki uluslararası skandalların 20 yüzyıl sonlarında gitgide artması ile bazı devletlerin bu suçları uluslararası etki doğuran (extraterritorial) yasalar ile düzenlemesine neden olmuştur.
Bunlardan başlıcası ABD Rüşvetin Önlenmesi ve Yabancı Ülkelerde Yolsuzluk Uygulamaları Yasasıdır (FCPA-1977). Bu kanun ABD makamlarının; ABD harici bir devletin memurları ve devlet dairelerinde çalışanlar, siyasi partisi,
ÖZELLİKLE BEYAZ YAKALI ÇALIŞANLARIN RÜŞVET VEYA (BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDE BAHŞİŞ ADI ALTINDA GEÇEN) KOLAYLAŞTIRICI ÖDEME YÖNTEMLERİNİ KULLANARAK SATIŞ VE BENZERİ İŞ HEDEFLERİNE ULAŞMASINA ÇOK SIK RASTLANMAKTA VE BU DURUM ŞİRKETLERİ AĞIR CEZA VE İTİBAR KAYBI SÜREÇLERİNE SÜRÜKLEMEKTEDİR.
siyasi parti yetkilisi veya adayı, uluslararası örgütler veya bu örgütlerin yöneticilerine dünyanın herhangi bir yerinde ABD ile ilişkili bir şirket adına rüşvete ilişkin ceza vermesine imkan tanımaktadır. Bu cezalar şahıslar için, 20 yıla kadar hapis ve 5 milyon Dolara kadar para cezası ve şirketler için, 25 milyon Dolara kadar para cezasına ulaşabilmektedir. Bunu düzenlemeyi 33 yıl sonra bir adım ileri götüren Birleşik Krallık Rüşvet
Yasası (UKBA) (2010): Yabancı kamu görevlileri ile beraber özel kişilerin kamu görevlilerine menfaat sağlamasını ve Özel kişilerin özel kişilere menfaat sağlamasını rüşvet suçu olarak değerlendirmektedir.
Nihayet bu konuda kabul edilen en sert yasa olan Brezilya Temiz Şirket Yasası’nda (2014) FCPA’deki kolaylaştırıcı ödeme istisnasını kabul etmediği gibi, UKBA’deki “yeterli nitelikteki rüşvet önleme prosedürlerini de bir savunma aracı olarak kabul etmemektedir. İlgili yasaya göre şirketler, kendi rızalarına aykırı gerçekleşmiş olsa bile, çalışanlarının kendi adına yaptıkları her türlü hareketten sorumlu kabul edilmiştir. Şirketlerin alabilecekleri ceza tutarının, bir önceki yılın brüt gelirinin %20’sine ya da rüşvetle elde edilen gelirin 3 katına kadar çıkabileceği düzenlenmiş olup; savcıya şirketin yasa dışı bir amacı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü olmadan şirketin lağvedilmesi talep etme yetkisi verilmiştir.
Türk hukukuna baktığımızda rüşvet ve diğer beyaz yaka suçları ile ilgili ayrı bir düzenleme olmadığını ve genel kanunlarda bu suçlara yer verildiğini görmekteyiz. Türk Ceza Kanunu anlamında rüşvet suçu, “Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlanması”, olarak tanımlanmış olup failin dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanununda tüzel kişilerin cezai sorumluluğu ilkesi kabul edilmediğinden şirket adına işlenen rüşvet suçunda şirket adına ceza değil güvenlik tedbirleri uygulanması aynı kanunda düzenlenmiştir.
TÜRK HUKUKUNDA ŞİRKETİN HAREKET İMKANLARI
Öncelikle beyaz yaka suçları Türk Ceza Kanunu ve benzer kanunlarda suç olarak düzenlendiği için suçtan zarar gören şirket, fail hakkında suç duyurusunda bulunabilir. Bu yolla hem failin ceza davasında yargılanması sağlanacak hem de suç nedeniyle elde edilen haksız kazanç da müsadere edilebilecektir.
Beyaz yaka suçları en temel anlamda çalışan ve işveren arasında güven ilişkisini zedelediğinden İş Hukuku’muzda meri olan feshin son çare olma ilkesi bu durumda uygulanmayacaktır. Beyaz yaka suçuna neden olan eylem sebebiyle iş ilişkisine devam etme işverenden beklenemeyeceğinden İş Kanunu madde 25’de düzenlenen, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri nedeniyle işveren şirket beyaz yaka suçu işleyen çalışanının iş akdini haklı nedenle ve tazminatsız feshedebilecektir. Burada yerleşik yargıtay kararlarında da yer verildiği üzere, işverenin suç teşkil edebilecek eylemi suç duyurusuna konu etmemesi, eylemin varlığını ortadan kaldırmamaktadır ve yapılan fesih haklı nedenle fesih sayılmaktadır.
Bununla beraber son yıllarda Alman hukuk sisteminde hukukumuza entegre olan “Şüphe Feshi” kavramına göre, iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin mevcut olmalı ve işverenin bu olayın aydınlanmasına yönelik kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermelidir. Yargıtay bu koşulları içeren olaylarda, işveren tarafından yapılan feshi, haklı nedenle derhal fesih olarak değil, ancak “işçinin yeterliliğinden kaynaklanan geçerli sebebe dayanan fesih” olarak kabul etmektedir ve işverene açılabilecek işe iade davalarının da önünü kapatmaktadır. Özellikle şirket içi soruşturmalarda şirketin olayın aydınlanması için tüm çabayı gösterdiği ancak yeterli delil elde edemediği kuvvetli şüphe durumlarında bu fesih yolu uygulanabilecektir.
Nihayet Türk Ticaret Kanunu’da şirket yöneticilerinin ve müdürlerinin şirketi zarara uğratan işlemlerine karşı şirket ortaklarının da zararın tazminine yönelik dava açabileceğini düzenlemiştir. Bu kapsamda yaptıkları usulsüz işlem için şirketi zarara uğratan (şirketin marka değerini düşüren, ağır cezalar ödemesine yol açan vb.) müdür ve yöneticilerden ayrıca tazminat istenebilecektir.
BEYAZ YAKA SUÇLULARININ ÖZELLİKLERİ
Fail şiddet kullanmaz. Failin eyleminin amacı maddi fayda kazanmaktır.
Fail suçu işlerken mesleki konumunu ve ünvanını kullanır. Fail, şirketlerde ve kamu kurumlarında teknik, gizli ve işin yapılmasına dair yöntem bilgisine (know how) haiz bir çalışandır.
Fail sosyal saygınlığa, iyi eğitime ve yüksek sosyal statüye sahiptir.
Fail teknolojiyi ve iş çevresini (network) çok iyi kullanır, hırslıdır ve kariyerinde kolay yükselmek isteyen bir eğilimdedir.
PEKİ ÇÖZÜM NE?
Şirket içinde beyaz yaka suçlarına konu olabilecek usulsüzlükler, çoğunlukla yapılan denetimlerde veya şirket içi ihbar yönetimi ile farkedilir. Daha çok kurumsal ve uluslararası şirketlerde rastlanan şirket içi ihbar hatları yoluyla bilgi uçuran (whistleblower) çalışanlar şirket içi usulsüzlükleri (kimliklerini saklama imkanı da tanıyan) mail, telefon gibi yöntemlerle bildirip iç soruşturma sürecini başlatırlar.
Ancak şirket içinde beyaz yakaya konu olabilecek usulsüzlük tespiti ve neticelendirilmesi genelde çeşitli problemler ve belirsizlikler getirebilir. Bazı şirket ve ülke kültürlerinde üst derece statülü meslekler genellikle kendi kendini düzenleyen bir özelliğe sahiptirler ve yanlış yapanların cezalandırılmasından ziyade sessizlik ve suistimalciyi koruma kuralları egemen olabilir. Mesleki dernek etik ya da disiplin kurullarının mensuplarına verdikleri cezalar, uzaklaştırma kınama geçici ya da sürekli olarak lisans ve üyeliğin iptali gibi hususları içerebilir. Geleneksel ceza ve idare hukuku da bu tür suçlara yönelik özel usul ve cezai hükümler öngörebilmektedir. Buna rağmen birçok şirket medyada yer alabilecek skandal ve şikâyetlerden kaçınmak için usülsüzlük yapan çalışanlarının sadece istifasını istemekle hatta çalışanlara anlaşma (ikale) yoluyla ayrılmayı önermekte ve olayın büyümesini engellemekle yetinmektedir. Ceza yargılamasının uzun sürmesi, şirketin ticari sır sayılacak bilgilerinin dava dosyalarında yer alması gibi haller şirketleri bu konuda sessiz kalmaya itebilir. Hâlbuki beyaz yaka suçları en az diğer suçlar kadar ciddi olup kurumun adalet duygusuna zarar veren, şirketin diğer çalışanlarını ve toplumu etkileyen suçlardır.
Global uyum politikaları çok sıkı olan uluslararası şirketlerde bile engellenemeyen beyaz yaka suçları, kariyerinde hızlı yükselmek isteyen çalışanlar için çoğu zaman kullanılan kısa bir yol olmakta ve çalışanlar kişisel çıkarlar elde ederken şirketleri telafisi mümkün olmayan risklere sürüklemektedirler. Şirketlerin kendilerini korumak için, suistimal yapıp şirketi maddi ve manevi (itibar kaybı) zarara uğratan çalışanlara karşı savunma mekanizmaları geliştirmesi zaruridir.
Öncelikle tespiti zor ve teknik hususlar ihtiva eden beyaz yaka suçlarının engellenmesi amacıyla, şirketler daha mülakat aşamasında, çalışanların etik değerlerini ölçmek amacıyla adayları test etmeli ve etik sorular mülakatın vazgeçilmez bir unsuru olmalıdır. Çalışan hakkında yapılacak etik çalışmaya dair referans kontrolü de işe alma esnasında etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
Bununla beraber şirket içinde beyaz yaka suçlarını asgari seviyeye indirecek olan şirket içi etik kültürün oluşması için üst yönetim desteği (tone at the top) ile usulsüzlüklere karşı sıfır tolerans politikasının benimsenmesi hayati önem taşımaktadır. Bu etik ve uyum programı kapsamında, sürekli eğitimler, ceza & ödül sistemleri, şirkette yapılacak kapsamlı risk analizi, kilit rol oynayan kişiler ve süreçlerin belirlenmesi ve denetim & kontrollerin etkin kullanılması, çalışanların takip ettikleri süreçlerle ilgili sorumlu tutulması, iç şikayet ve disiplin süreçlerinin etkin uygulanması yöntemleri ile şirket içi etik kültürün oluşması sağlanacaktır. Şirket üst yönetiminin, çalışanların uygunsuz eylemlerinin sonuçlarını anladığından emin olması, şirketin uygunsuz davranışlara ve beyaz yaka suçlarına karşı duruşunun açık, net ve somut olarak belirtilmesi, çalışanların uyum ve hukuka aykırı davranışlarının derhal raporlanmasının teşvik edilmesi, çalışanlara şirket ilkelerini benimsetmek, onların şirkete olan aidiyetlerini artırmak, sadakatlerini korumak ve iyi bir kurumsal sorumluluk yaratmak için gereklidir.
Av. Altuğ Özgün / Sandoz Türkiye Hukuk ve Uyum Müdürü
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Altuğ Özgün, aynı üniversitede devam ettiği Avrupa Birliği Hukuku yüksek lisansının ardından, mesleğine Özgün hukuk bürosunda avukat olarak başlamıştır. Daha sonra, sırasıyla Eastpharma/Deva Holding ve Beckman Coulter’da hukuk ve uyum yöneticisi olan Altuğ Özgün, Ocak 2014’den beri TEID üyesi Sandoz Türkiye’nin Hukuk ve Uyum Müdürü olarak çalışmaktadır.
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
- September, 29
- 2485
- INmagazine Yazıları, Türkçe
- More
Etik ve Uyum Yönetimi Programını Yeni Oluşturan Şirketler İçin Birkaç İpucu – Bölüm 3
Etik ve Uyum Yönetimi Programınızı oluşturmaya niyetlendiniz fakat nereden başlamanız gerektiğine ya da hangi konulara odaklanmanız gerektiğine karar veremiyor musunuz? Serimizin son yazısında önerilere devam ediyoruz…
Yaygın ve etkin iletişim etik politikanızın içselleştirilmesinde en önemli araçlarınızdan biri olacaktır. Paydaşlarınızı tanımlayın ve onlara en uygun iletişim araçlarını belirleyin. Gelişen teknolojileri kullanmaktan korkmayın ama sadece interneti kullanmak gibi tek odaklı bir iletişim planından da kaçının. Mesajlarınız açık ve hedeflenen kitlenin anlayabileceği içerikte olmalıdır. Unutmayın amacınız mesajınızı tüm paydaşlarınıza iletmek ve anlaşılmasını sağlamaktır.
Direkt iletişim kadar dolaylı iletişime de özen gösterin. Yöneticilerinizin katıldığı seminer ve panellerden röportajlara kadar mümkün olan her imkân şirketinizin iş etiğine verdiği önemi vurgulamak için fırsattır. Değerlendirin.
Raporlama iç ve dış paydaşlarınız için önemli bir değerlendirme aracı olduğu gibi bir iletişim aracıdır da. Etik yönetiminiz ile ilgili düzenli raporlama yapın ve bu bilginin etkin araçlarla yayılmasını sağlayın. Telekomünikasyon sektörünün önde gelen kurumlarından birinde geçmişte sadece basılı olarak yaptığı kurumsal sorumluluk raporunu internet ortamında, sosyal medyada hatta SMS yoluyla yaymak üzere çalışmalar yapmıştı.[1]
Mesajlarınız sadece çalışanlarınızı bilgilendirme amaçlı değil, onların nasıl katkıda bulunabilecekleri hakkında da ipuçları içeren bir formatta olsun. Tüm dünyada 100.000 in üzerinde personele ortak bir mesajı ulaştırmanın zorluğundan bahseden gene telekomünikasyon sektörünün önemli şirketlerinden bir diğerinin kurumsal sorumluluk performans ve raporlama direktörü Ian Wood şöyle diyor: “Çalışanlarınıza her yıl karbon emisyonunun azalması karşılığında yapılan tasarrufu rakamlarla anlatmak yerine gereksiz yanan bir ışığı kapatan ya da şirket kaynaklarını verimli kullanmayı tercih eden bir işçinin şirkete olan katkısını anlatmak onların da bu değişimde önemli bir katkı sağladıkları bilincini aşılayacaktır.”
Şirketinizin iş etiğine verdiği önemi işe alım süreçlerinizde mutlaka vurgulayın. Etik ve itibarlı şirketler kalifiye eleman ve tecrübeli yönetici için daha çekicidir. Bu şirket çalışanlarının firmalarına olan sadakati ise daha yüksektir.
Etik yönetimi merkezi olmaktan çıkartılmalı ve yaygın bir kültür haline gelmelidir demiştik. Başarının yeniden tanımlanması ve prim sistemi içinde Etik ve Uyum Programının başarılı ve etkin uygulamalarına yönelik ödüller entegre edilmesi etik politikalarının hayata geçmesini ve sahiplenilmesini kolaylaştırılacaktır. Bu önerimiz aklınıza “ahlaklı davranışın kabul görmesi için karşılık mı ödenmelidir?” sorusunu getirebilir. Ancak ahlak ve etik birbirinden ayrı kavramlardır ve konumuz olan iş etiği kişi haklarının korunmasından sürdürülebilir kaynak kullanımına ve yolsuzluğun önlenmesine kadar geniş bir alanı kapsar ve bu anlayış yöneticilerden personele doğru yayılır. İş etiği ancak doğru yönetilen bir şirket fonksiyonu olduğu kabul edilirse ortak kültür haline gelir.
Rekabeti destekleyin. Şirketinizin departmanları, temsilcilikleri, üretim ve satış noktaları için etik odaklı birçok hedef koyabilirsiniz. Bu hedeflere ulaşmakta rekabet ortamı oluşmasını sağlayın ve başarıyı ödüllendirin.
Etik yönetimini merkezileştirmeyin. Etik kodunun icrasına yönelik kurumsal yapı mutlaka ki bu yönde eğitim almış ve tecrübeli bir merkez ekip tarafından yapılmalı. Ancak yönetim şekli kalabalık ve diğer departmanlardan uzak, izole çalışan bir etik departmanı kurmak Etik ve Uyum Programının içselleştirilmesi ve şirket kültürü haline getirilmesi hedefine uygun olmayacak; daha çok etik ihlallerini inceleyip cezalandıran bir yapı olarak anlaşılacaktır. Sorumlu, küçük bir ekip tarafından yönetim ve koordinasyonu yapılan ve şirketin tüm departman ve yönetim kadroları ile yürütülecek bir program daha başarılı ve kalıcı sonuçlar verecektir.
[1] Kaynak: Ethical Corporation, How To Embed C.R. Accross Different Parts of Your Company, 2009
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
- September, 1
- 2061
- EB | Etik ve Uyum Yönetimi, Etik, Uyum yönetimi
- More